25 Ekim 2019 Cuma

Isaac Asimov’un Gözünden Yaratıcı Kişilikler ve Ortamların Özellikleri


Edebiyat ve bilim dünyasının en yaratıcı düşünürlerinden Isaac Asimov, ölümünden sonra şans eseri bulunan bir makalesinde yaratıcı fikirlerin nasıl ortaya çıktıklarına dair ilginç saptamalarda bulunuyor. Zamanının en önemli savunma sanayi projelerinin birinden “gizlilik şartının ifade özgürlüğünü kısıtlamasından çekindiği için” ayrılan Asimov’un, bu eski makalesini, yaratma güçlüğü çekenler için aydınlatıcı olabileceği düşücesi ile özetlemek istedik.

MIT Technology Review’da yayınlanan 1959 yılına ait makalenin (*) öyküsü de kendi başına ilginç. Makaleyi şans eseri bulan Arthur Obermayer, Asimov’a ilişkin bir anısını da aktarmış; MIT yan kuruluşlarından Allied Research Associates’te bilimadamı olarak çalışmış olan Obermayer, üzerinde çalıştıkları balistik füzelere karşı savunma sistemleri geliştirme projesi bir noktada tıkandığında, hükümetin farklı fikirler için yeni alt yükleniciler bulunması önerisi ile geldiğini belirtiyor. Soğuk Savaş’ın en sıcak günlerinden geçildiği o günlerde, Obermayer de yakın arkadaşı Isaac Asimov’u, projeye önemli bir katkı sağlayabileceğini düşünerek öneriyor. Asimov birkaç toplantıya katıldıktan sonra, gizli bilgilere erişim olanağının, aslında kendi ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı olacağını belirterek projeden ayrılıyor.

Yaratıcı Kişilikler

Asimov “Yartıcılık Üzerine” adını verdiği ve Obermayer tarafından yakın zamanda bulunan 1959 yılına ait makalesinde, sadece yaratıcı süreçleri ve yaratıcı insanların özelliklerini tarif etmekle kalmayıp, ne tür ortamların da yaratıcılığı desteklediği üzerindeki görüşlerini açıklıyor.

Asimov doğru sonuçlara ulaşmak için öncelikle işe doğru soruyu sorarak başlıyor: “İnsanlar yeni fikirleri nasıl edinirler?

İncelemesine sınır koşullarını sorgulayarak başlayan Asimov ikinci bir soru daha yöneltiyor: “Ya dünyayı sarsacak yepyeni bir fikir iki kişinin aklına aynı anda birbirlerinden bağımsız olarak geliyorsa?” Bu özel durumun incelemesinin ortak yaratıcılık faktörlerini ortaya çıkarabileceğinden yola çıkıyor, aynen “Doğal Seleksiyon” fikrini birbirlerinden bağımsız olarak ortaya atan Charles Darwin ve Alfred Wallace örneğinde olduğu gibi. “Peki bu iki kişinin önemli benzerlikleri neydi? İkisi de uzak diyarlara yolculuk etmiş, yöresel farklılıklar gösteren farklı bitki ve hayvan örneklerini incelemiş ve bu farklılıkların açıklamasını da R.Thomas Malthus’un “Nüfus Üzerine Bir Denmesi”ni okuyana kadar yapamamışlardı! İki bilim adamı da Malthus’un insanlar üzerine geliştirdiği nüfus artışı ve beslenme ilişkisini incelediklerinde bunu diğer canlılara genişletebileceklerini farkettiler.

Açıkça görüldüğü üzere, herhangi bir alanda ne kadar zengin bir bilgi birikimine sahip olsanız da, birbirlerine açıkça bağlı görünmeyen elamanlar arasındaki çapraz bağıntıları görebilme becerisine sahip olmak da önemliydi Asimov’a göre; Thomas H.Huxley’in “Türlerin Kökeni”ni okuduğunda “Bunu düşünemediğim için ne kadar aptalım!” şeklinde çığlık attığını da aktarıyor. Peki neden Huxley bunu düşünememişti? Asimov’a göre çapraz bağıntı kurma işi “cüret” gerektiriyordu. Aynen, dünyanın düz değil de dairesel ya da güneşin değil de dönenin Dünya olduğunu düşünmek gibi.

Bu tür çapraz bağıntıları kurup, bulgularını cesaretle başkalarının ne düşündüğüne bakmadan savunan insanlar Dünyayı şekillendirmişlerdi.

Yaratıcı Ortamlar

Yaratıcılığı körüklemek amacı ile Asimov’un zamanından günümüze kadar uzanan yöntemlerden birisi de beyin fırtınası seansları.

Beyin fırtınası seanslarının amacının da “yeni fikirler üretmekten çok, katılımıcıları olgular ve olgu bileşimleri ile teoriler ve garip fikirler üzerine eğitmek” olduğunu düşünüyor Asimov.

Peki yaratıcı insanlar buna nasıl ikna edilmelii? En başta kolaylaştırıcı, rahatlatıcı ve toleransı yüksek bir ortam yaratmak gerekli. “Dünya zaten genellikle yaratıcılığın karşısındadır ve aykırı fikirler toplumsal olarak benimsenmez.” Bu durum, “icat çıkarma!” diye bi deyişe sahip olan bizim toplumumuza has bir durum değil yani. Asimov’a göre bireylerin en garip fikirlerine bile toplumun ne kadar tolerans gösterdiği önemli bir unsur.

Bir toplantıdaki tek bir sevimsiz kişilik, diğer tüm katılımcıları dondurabilir. Kendisi ne kadar bir bilgi madeni olsa da, zararı her zaman faydasından çok olacaktır. Benzer şekilde, diğerlerinden daha itibarlı dominant bir kişilik de diğer tüm katılımcılar pasif izleyicilere dönüştürebilir. Kendi başlarına çalıştıklarında çok faydalı olabilecek bu tür kişilikler, diğerlerini bastırdıkları için yeni fikirlerin önünü kesebilirler.

Asimov, bu tür beyin fırtınası toplantılarına katılacakların fikirlerini en uygun şekilde ifade edebilecekleri ortamların katılımcı sayısının 5’ten fazla olmaması gerektiğini düşünüyor. Daha büyük gruplarda söz sırasını beklemenin bile tansiyonu arttırması ihtimali olduğunu düşünüyor. Farklı katılımıcıların katıldığı toplantılar düzenlenerek bu sorun aşılabilir. Bu toplantılar “fikiri tekrarlara” yol açsalar da bu tür tekrarlar o kadar da zararlı sayılmaz. “Bu tür toplantılarda herkesin ifade ettikleri fikirler kadar, diğerlerine sonradan ne kadar ilham verecekleri de önemlidir.”

Amaca ulaşmak için toplantıların gayri resmi tutulması önemlidir, Asimov’a göre. Samimiyet ve şakalar kendi başlarına süreç için gerekli olmasalar da, diğer katılımcıları teşvik edici olabilir. Aynı sebeple bu tip seansları bir toplantı odasına yerine, bir yemekte ya da bir katılımcının evindeki rahat bir ortamda düzenlemek daha faydalı olabilir.

Yine de yaratıcılığı hiçbirşey sorumluluk duygusu kadar kısıtlayamaz. Unutulmamalı ki, tarih boyu üretilen gerçekten büyük fikirler, fikir üretmeleri için para ödenen kişilerden değil, öğretmenlerden, patent ya da benzer kıdemsiz memurlardan çoğunlukla da hiçbir geliri olmayanlardan geldi. Büyük fikirler başlangıçta sadece kıyıda kalmış düşüncelerdi.

Beyin fırtınası seanslarının “rehber”siz bırakılmaması gerektiğini de düşünüyor Asimov: “Psikanalist rolünü üstlenecek birisi mutlaka olmalı. Yani benim anladığım şekli ile, psikanalist doğru soruları sorarak (ve bunun dışında sürece müdahelesi olmadan) hastanın geçmişini sorgulamasına izin vererek kendi gözleriyle onu tekrar anlamasına izin verecek kişi olmalı.” Aslında Asimov’un bahsettiği de 2500 yıl öncesinin Sokratik “doğurtma” fikrinden başka birşey değil. Platon (ya da Sokrates) insanların zaten fikirlerle doğmuş olduklarını, asıl amacın da bu fikirleri açığa çıkartmak olduğunu düşünmemişler miydi? Ne kadar yol almış olduğunu düşünürse düşünsün, insanlık, önünde her zaman çok daha uzayan bir yol bulacak.

Özet ve yorumlar:

Ender Şenkaya

Ekim 2019

Kaynak:

(*) Isaac Asimov Asks, “How Do People Get New Ideas?”

A 1959 Essay by Isaac Asimov on Creativity by Isaac Asimov, MIT Technology Review Oct 20, 2014