6 Mart 2023 Pazartesi

Yapı Denetiminde Yürümeyen Ne? Kamu - Özel İkilemi

Her deprem sonrasında olduğu gibi, toplumda sorumlular hakkında bir cadı avı başladı. Geniş bir kesime yayıldığı için aslında etkisizleştirilmiş sorumluluk düzeni içinde, afetin gerçek sorumlularını bulmak oldukça zor ama. Diğer yandan, kanunlarda gerçekten etkin bir "özel" bir denetim sistemi varmış gibi, çözümü yeniden "kamu"da aramak da, ne tarihsel ne de aktüel gerçeklikle uyumlu. Dünyadaki örneklerinden hareketle, gelecekteki afetlerde kamu üzerindeki yükü en aza indirecek bir çözüm önerisi denemesi...

Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın.

Albert Camus

Yapı Denetimi denildiğinde anlaşılması gereken, binaların iki aşamalı olarak, tasarım (projelendirme) ve uygulamanın bağımsız, tam sorumlu ve maddi güvence verebilecek bir yetkin denetçi tarafından denetimi olmalıdır. Türkiye’deki denetim sisteminin neden çalıştırılamadığına değinmeden önce, dünyada başarıyla uygulanagelen kimi yapı denetim sistemlerini, ana hatları ile gözden geçirmekte fayda vardır.

Dünyada Yapı Denetim Uygulamaları

Öncelikle belirtmek gerekir ki,  “toplumsal sözleşme” ve ona bağlı olarak geliştirilen kurallar manzumesi, içinden çıktıkları toplumun kültürel kodları tarafından şekillendirilir. Eğer bu kültürel kodların ne olduğu üzerine farkındalığınız varsa, başka toplumların yaptıkları başarılı uygulamaları gerektiği kadar örnek almak “yanıltıcı” olmak bir yana, “ufuk açıcı” olabilir. Bu noktada bir başka ululsa ait sistemi aynen kabullenmek yani “Amerika’yı yeniden keşfetmek” kolaycılığına kaçılmadan, rasyonel bir yaklaşım geliştirmenin önemi çok büyüktür. Ne Japonya’nın kişisel “onur”a dayalı, ne Almanya’nın Prusya disiplinini devam ettiren denetim kanunları; ne de deprem bölgesi olmayan Fransa veya Almanya’nın teknik şartnameleri, doğal olarak başka ülkeler için aynen uygulanacak örnekler teşkil eder. Yine de doğru analiz edildiklerinde çıkartılabilecek pek çok önemli “ders” içerirler.

Yapı denetimi, kapsam (tasarım ve uygulama) ve sorumluluk (yapı sahibine ve kamuya) yönünden ikişer aşamalı ve girişte bahsettiğimiz “maddi güvencesi” bir sigorta sistemi tarafından sağlanması elzem olan bir kurallar sistemidir. Şimdi birkaç örnek ülke bağlamında, sistemin dünyadaki işleyişine bakalım. Yer darlığı nedeni ile kamu-özel binaların farklı denetim yöntemlerine değinmeyeceğim ama genellikle bütün ülkelerde, kamunun kendi binalarını kendi olanakları ile denetlemeyi tercih ettiğini söyleyebilirim.

Almanya Örneği

Kamu, güçlü ve yetkin denetim birimlerinin kontrolü altında kamusal denetim yetkisini hem tasarım hem uygulama için yetkin bir mühendise (Prüfingeniur) devreder. Yetkin mühendislik payesi, 10 yıl meslek deneyimli ve başka yetkin mühendislerce referans verilen mühendislere, dört farklı ana daldan birinde, bağımsız Yapı Enstitüsü (Institut Für Bautechnik) sınavı sonrası 5 yıl geçerli olacak şekilde verilir. Yetkin mühendisin ücreti mal sahibince kamuya ödense de, denetçiye kamu tarafından (İnşaat Müdürlüğü) karşılanır ve yüklenici ya da mal sahibi ile doğrudan ticari ilişkisi olması istenmez. Yapımında yer aldıkları bina için, yüklenici, şantiye şefi (mal sahibi adına), yetkin mühendis ve proje müellifi, her biri ayrı ayrı 30 yıl süre sorumludur. Alman sisteminde bina sigortası zorunluluğu olmamakla birlikte uzun süreli mesleki sorumlulukları nedeniyle, tüm bileşenler zorunlu mesleki sorumluluk sigortası yaptırırlar ve binalarda oluşacak kusurlar ya da hasarlar bu sigorta tarafından karşılanır. Mal sahibi adına yüklenici önünde denetimden sorumlu kişi şantiye şefidir. Bütün Almanya’da denetim işleri yetkin mühendislik payesi verilmiş sadece 800 kadar Prüfingeniur tarafından yürütülür.

Fransa Örneği

Fransa, yapı denetiminin tamamen kamu sisteminin dışında, sigortacılık sektörü içinde çözmüştür. Kısaca sigorta primleri yolu ile etkin bir oto-kontrol yapısını sağlamayı hedefler. Kamunun bir binayla ilgili denetim sorumluluğu imar planına uygunluk onayıyla son bulur. Tasarım ve uygulama denetimi ülke genelinde sadece altı adet olan mali yapısı çok güçlü SOCOTEC gibi özel şirketlere devredilir. Binalarda oluşacak olası hasarlar bu denetim şirketlerini sigorta edenler tarafından karşılanır. Doğal olarak bu şirketlerin ödedikleri sigorta primleri, denetledikleri binalarda oluşacak hasarlarla doğru orantılı olarak artacağından, kusurlu imalatlara izin vermeleri mümkün olmaz. Denetim şirketlerinin ücretleri doğrudan sigorta şirketince karşılanır ve yüklenici ya da mal sahibi ile aralarında ticari ilişki oluşmasına izin verilmez. Sigorta şirketleri denetimden geçmiş binaları, yapısal hasarlara karşı 10 yıl zorunlu sigorta ile sigortalarlar. Deprem riski düşük olduğundan bu sürenin az tutulduğunu düşünüyorum. İsteyen mal sahipleri, iki yıllık, tüm imalatları kapsayan ihtiyari bir sigorta da yaptırabilir. Yüklenici ve denetçi firmalar zorunlu mesleki sorumluluk sigortası ile güvence altına alınırlar. Çalışan denetçilerin yetkinlikleri, mensubu oldukları firma tarafından garanti edilir. Yetersiz denetçilerin sistem içinde kalamayacakları açıktır. Firmalar ne kadar yetkin denetçi ile çalışırlarsa, sigorta primlerinin de o kadar düşeceğini bildiklerinden otokontrol sağlanmış olur. Sigorta yükü çok ağır olduğundan, devletin (CCR) aracılığı ile re-asürans sağlanır.

ABD Örneği

ABD’de özellikle konut yapım işleri geleneksel olarak -19.yüzyıldan beri-, mal sahibine karşı sorumlu proje müellifince (Mimar) seçilen ve denetlenen müteahhitler tarafından yerine getirilir. Kamu adına tasarım ve uygulama denetim yetkisi Kent Belediye Konseylerince (CITY) profesyonel mühendislere (PE : Professional Engineer) devredilir. PE ünvanı, sektörün diğer profesyonellerinin önermesi ile en az 4 yıl deneyimli inşaat mühendislerine, tam bağımsız olarak hareket eden Mühendislik ve Haritacılık için Ulusal Teftiş Konseyinin (National Council of Examiners for Engineering and Surveying -NCEES) yaptığı, Temel Mühendislik (FE) ve Profesyonel Mühendislik (PE) sınavlarında başarılı olmaları halinde, en fazla 5 yıl süre ile verilir. Amerikan sisteminde inşaat mühendisliği diploması alan kişinin, bundan doğan hakları kullanabilmesi için, mezun olduğu üniversitenin de akredite olma şartı vardır. PE’nin ücreti mal sahibi tarafından karşılanır. Yüklenici, Mimar ve PE’nin sorumlulukları eyaletlerle ve proje tiplerine göre değişmekle birlikte 15 yıla kadar çıkabilir.  Zorunlu olmamakla birlikte, tüm bileşenler içtihat hukukundan (common law) kaynaklı ağır tazminatlarla karşılaşmamak için Mesleki Sorumluluk Sigortası yaptırırlar ve binalarda oluşabilecek hasarlar bu sigorta tarafından telafi edilir.

Yukarıdaki üç ülke sisteminin gözden geçirilmesinden çıkarılacak sonuç, etkin bir denetim mekanizmasının, bina tasarım ve uygulamasının, kamu adına hareket eden, yetkinliği sınırlı süreli olarak ispatlanmış ve mesleki sorumluluk sigortası kapsamında güvenceye alınmış yetkin mimar-mühendislerce, yükleniciler ile doğrudan ticari ilişkiye girilmeden, yine sigorta prim sisteminden kaynaklanan bir oto-kontrol dahilinde kurulabileceğidir. Ancak böyle bir sistem, canlarımızın kaybını ve her yıkımın bedelinin geniş halk kitlelerince ödenmesini önleyebilir.  Şimdi ülkemizde etkin bir yapı denetim sistemini neden kuramadığımızı, tarihsel gelişmeler ışığında inceleyelim.

Türkiye’de Yapı Denetimine Tarihsel Bir Bakış

Binaların mühendislik tasarımları, maruz kalacakları en büyük yüklerde hiç hasar görmeyecek şekilde değil, kabul edilebilir bir hasara veya en azından içlerindeki insanların tahliyesine izin verecek kadar bir süre dayanabilme kıstasına göre yapılır. Aksi takdirde binalar ekonomik olarak yapılabilir olmaz. 

Türkiye'de deprem yönetmeliği ilk kez 1947 yılında, 1939 yılında yaşanan Erzincan deprem afetinden sonra hazırlanmıştır.  Ülkemizde, bugüne kadar, 1947, 1953, 1961, 1968, 1975, 1998, 2007 ve 2018 (halen yürürlükte) yıllarında olmak üzere, deprem yönetmelikleri toplam 7 kez revize edilmiştir. Her revizyonda kabul edilebilir hasar kademesi düşürülmüş, binaların maruz kalacakları hesap yükleri yükseltilerek olası depremlerden daha az etkilenmeleri hedeflenmiştir. 1992 Erzincan (6.8) ve 1999 Gölcük (7.8) depremlerini yerinde gözlemlemiş bir mühendis olarak söyleyebilirim ki, 1975 yönetmeliğine göre yapılmış pek çok binanın, hasar görmeden ayakta kaldığına şahitlik ettim. Çok daha yetkin bilimsel çalışmalar sonucunda hazırlanmış 1998 ve 2018 yönetmelikleri ile bilimsel ilerleme bina yapım yöntemlerine yansıtılmış oldu. Son yönetmelik, 110 kişilik alt çalışma grubu üyeleriyle birlikte 8 Çalıştay sonucunda güncellenmişti. Şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, 1975 ve sonrasındaki deprem yönetmeliklerine tamamen uyulduğu halde, bir deprem sonucunda ağır hasar almış bir bina bulmak son derece güç olacaktır. Tabii ki, 50 yıllık binaların tasarım ömürlerininin sonuna yaklaştıkalrını da akıldan çıkarmamak gerekir. Bu kadar titiz ve yoğun çalışmalar sonucunda hazırlanmış yönetmelikleri “yetersiz” bulup, başka bir ülkeden teknik yönetmelikleri aynen kopyalayalım demek, hem bilimin inkârıdır hem de konuyu kavrayamamış olmaktır. Oysa sorunun temeli, projelerin ve uygulamanın, teknik yönetmelik şartlarına göre denetleyecek etkin bir mekanizmanın oluşturulamamasına dayanır.

Denetleme mekanizmaları ilk kez 1985 tarihli 3194 sayılı imar kanununa eklenen fenni mesul (sonradan Teknik Uygulama Sorumlusu –TUS) marifetiyle getirilmek istenmiştir. İdare ve yapı sahibi adına denetim yapmakla yükümlü fenni mesuller, hem ücretlerin maliyetleri bile karşılamayacak kadar düşmesi, hem de yap-sat işerinde (ilk) mal sahibi ve müteahhitin aynı kişi olmasından kaynaklanan çıkar çatışmalarının arasında kaldıklarından, kısa sürede uygulama formaliteye ve kağıt işine dönüşüvermiştir. 1992 Erzincan ve 1999 Gölcük depremlerinden sonra bile, tam yetkili olması gerekirken, haklarında dava açılıp hüküm giymiş kaç fenni mesul vardır? Bu sistemin işlevsizliğinin başlı başına bir kanıtıdır. İlgili kanuna göre, “…belirtilen mükellefiyetleri yerine getirmeyen …. yapı veya parsel sahibine, harita, plan, etüt ve proje müelliflerine, fenni mesullere, yapı müteahhidine ve şantiye şefine, ilgisine göre ayrı ayrı olmak üzere…” sadece idari para cezaları verilir. Böylelikle, pek çok kişiye yayılıp dağıtılan ve uygulaması ancak borçlar kanuna göre “ispat halinde” mümkün olan yaptırımlarla, fiilen bir “yaptırımsızlık” hali getirilmiş, İdare de zaten her tür yaptırımdan muaf kılınmıştı. Sorumsuz yetkilik sisteminin bedeli, yurttaşlarca ödenmeye devam etti.

1990’larda özellikle İMO ve İntes’in (Türkiye İnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası) girişimleri ile başlayan ve sigorta ve mali sorumluluğa dayalı çağdaş bir yapı denetim sistemi çalışmaları, 1992 Erzincan depremi sonrasında hayli yol almış (Karaesmen, 1992), özellikle ODTÜ’de yürütülen çalışmalar, 27 Temmuz 1999 tarihinde düzenlenen Danışma Kurulu Toplantısında katılımcılara sunulmuş, bakanlık yetkilileri, bu toplantıya ve ardından düzenlenen 10 Ağustos 1999 tarihli nihai rapor toplantısına da “meşgul oldukları gerekçesiyle” katılmamışlardır (Gülkan, 2001). Ardından gelen 17 Ağustos 1999 Gölcük ve sonrasındaki Düzce depremlerinin şoku ile bu çalışmalar, 10 Nisan 2000 tarihinde yayınlanan 595 ve 28 Haziran 2000 tarihli 601 Sayılı kısmen de olsa hayata geçirilmek istenmiştir.

595 sayılı KHK ile, yapıların taşıyıcı sistemlerini tasarlayan proje mühendisleri ilk defa “uzman” statüsünde olan meslektaşlarınca denetlenecek, tüm uygulama kusursuz sorumlu sayılacak yapı denetim kuruluşu ve yine uzman mühendisçe denetlenirken, 10 yıl süre ile doğal afetlerden kaynaklananlar da dahil hasarları yine denetim kuruluşu tazmin edecek,  proje bedelinin yaklaşık %4-8 arasında değişecek hizmet bedeli yapı sahibinden tahsil edilirken, denetim kuruluşuna belediyece ödenerek aradaki ticari bağ koparılacaktı. 10 yıl süreli tazminat yükümlülüğü de denetim kuruluşunun yaptıracağı aynı süreyi kapsayacak bir mesleki sorumluluk sigortası ile güvence altına alınacaktı. Oluşturulan İl ve İlçe Yapı Denetim Komisyonları sayesinde, yurttaşın belediyeler üzerinde kurmak isteyeceği siyasi baskı da hafifletilmişti. Bu KHK’nın ardından yayınlanan 601 sayılı KHK ile “uzman mühendis” ve “uzman mimar” tanımı da yapılmış, ilgili meslek alanında yine uzman mühendis ve mimarlara, 5 yıl mesleki deneyim sahibi olmak, meslek odalarınca düzenlenecek eğitimlere katılmak ve melek odaları, bakanlıklar ve YÖK tarafından ortak yapılacak sınavda başarılı olmak şartı getirilmişti. Tüm bunlar beraber düşünüldüğünde yukarıda sıraladığımız, dünyadaki iyi örneklerine benzer bir denetim sisteminin ana çatısı oluşturulmuştu.

Ancak, önce ülkemizdeki sigorta sistemi mesleki sorumluluk sigortası kavramına uzak olduğundan ve riskleri doğru değerlendiremeyip denetim bedelinin üzerinde sigorta bedelleri çıkardıklarından, bu maddenin uygulaması geriye bırakılınca tüm sistem topal kalmış oldu.  Sonra, kurulmaya çalışılan bu özerk ve özel sektöre dayalı yapı, TMMOB’a bağlı meslek odaları arasında huzursuzluk yarattı. TMMOB’un, 1997 yılında ODTÜ Deprem Mühendisliği Araştırma Merkezine verilen Dünya Bankası kredisi ile başlayan ve denetimin özel sektöre verilmesi düşüncesinin hayat bulmasından kaynaklanan huzursuzluğu gün yüzüne çıktı (TMMOB, 2000, s. 98). Oysa denetim yetkisi 3194 sayılı imar kanunundan beri fenni mesuller eliyle kamu tarafından devrediliyordu. 595’le getirilen hizmet bedeli yüksek bulunduğundan, bunun ranta dayalı bir sistem olduğu, inşaat mühendislerini öncelediğinden başta mimarlık olmak üzere “mesleğin inkarı” sayılacağı (Gülkan, 2001), kamunun denetim görevini devretmesini gerektirdiğinden anayasaya aykırı olduğu gerekçesi ile o dönemin ana muhalefetteki Fazilet Partisi üzerine odalarca baskı kurulması sonucu, AYM’ye yaptırılan başvuru ile 595 sayılı KHK iptal edildi; onun tamamlayıcısı olan “uzmanlığı” tanımlayan 601 sayılı KHK da işlevsiz kaldı. Bu iptal kararı, mimarlar odası başta, jeoloji mühendisleri odası ve diğer TMMOB bileşenlerince (İMO hariç) hararetle kutlandı. 2013 yılında TMMOB’un hemen tüm denetim yetkileri budandığında bu durum bazı çevrelerce “Mimar ve mühendis vesayeti bitti” (Yeni Şafak 11.07.2013) başlığı ile kutlanacaktı.

Meslek odalarının itirazları ile KHK’lar iptal edilince, hükümet de vakit kaybetmeden, ne meslek odalarına ne de üniversitelere danışarak, 29 Haziran tarihinde 4708 sayılı Yapı Denetim Kanununu bir torba yasa içinde çıkartıverdi. Bu kanunla 595 sayılı KHK’nın getirdiği olumlu değişiklikler de ortadan kaldırılmış oldu. İl ve İlçe Yapı Denetim Komisyonları kaldırılarak belediye denetimleri tekrar siyasi baskıya açık hale getiriliyor, denetim bedeli %3’e indirilip (bugün %1.5-2 civarında) denetim kuruluşlarının sorumlulukları İSG şartlarını da kapsayacak şekilde genişletilip, işlemeyen TUS sistemi bu sefer şirket adı altında tekrar kurulmuş oluyordu. Mesleki sorumluluk sigortası yaptırma şartı kaldırılıp mali güvence yok edilirken, uzman ve yetkin mimar-mühendis kavramları da buharlaşmıştı. Denetçi mimar ve mühendis belgesi verilmesi, meslek odaları da dışlanarak Bayındırlık ve İskan Bakanlığına bırakılınca, “uzmanlık” da siyasi bir hale dönüştürülmüş oldu. Taşıyıcı sistem sorumluluk süresi,  10 yıldan 15 yıla çıkartılsa da, sorumluluk yine proje müellifi, denetçi mimar / mühendis, müteahhit, malzeme laboratuvarları gibi geniş bir alana yayılıp aslında işlevsizleştirildi; oluşacak maddi hasarlar kimden, hangi oranda ve hangi kontr-garanti karşılığı tazmin edilebilirdi?  Kısacası tekrar başa dönülmüş oldu.

Kamu – Özel İkilemi

Kahramanmaraş ve Elbistan merkezli depremler sonrası, meslek odaları başta pek çok çevre, eleştiri oklarını aslında özelleşmemiş olup, eski TUS sisteminin devamından başka bir şey olmayan özel denetim şirketlerine yönlendirerek, acilen denetim yetkisinin tamamen kamuya devredilmesi çağrıları yaptılar. O zaman bu görüşü ileri sürenlere birkaç soru yöneltme hakkımız olur diye düşünüyorum:

  • 1999 ve öncesindeki büyük depremlerde sorumluluk kamuda değil miydi? On binlerce insanımızı o dönemde kaybetmedik mi?
  • 1999 ve öncesi depremlerdeki yıkımlardan ötürü hangi kamu görevlileri yargılanıp hüküm giydi?
  • 1999 ve öncesi depremlerdeki yıkımların maddi-manevi bedelleri sorumlu kamu görevlilerince mi, yoksa tüm halkımız tarafından mı ödendi?
  • Kamu binalarında yapı denetimi hiçbir dönem yarım bile olsa özelleştirilmedi. Ama her depremde hastanesinden, belediye binasına, viyadüklerden, havaalanlarına, yapılar çökmeye devam etmiyor mu?
  • Depremler sonrası hak sahiplerine (yani SADECE mülk sahiplerine) düşük faizli, uzun süreli krediler verilerek yaptırılan yeni konutların finansman giderleri, belki hiç mülk sahibi bile olmamış, geniş halk kesimlerince mi, yoksa sigorta güvencesi altındaki tam sorumlu yüklenici ve yetkin denetçilerce mi karşılanmalı?

Sonucunda hangi yöntemin, geniş halk kitlelerinin yararına olduğu açık değil mi? Popülist olmak için geliştirilen “sözde” kamucu söylemler, her zaman olduğu gibi halka zarar vermiyor mu? Kendi mülkünü sigortalamayan mal sahiplerinin zararları, neden geniş halk kesimlerine ödettirilsin ve kamunun üzerine yük olarak kalsın?

Özel denetime “rant” kapısı diye karşı çıkan çevreler, mimarlık ve mühendislik hizmetlerini verenlerin de emekçi olduklarını kabul etmedikçe bu sloganlaştırılmış söylemden kısa sürede kurtulmak mümkün gözükmüyor olsa da, çözüm için yapılması gereken doğru yöntemi irdeleyelim.

Çözüm Mümkün mü?

Topraklarının %50’sinin, nüfusunun %60’ının, büyük sanayi merkezlerinin %74’ünün, barajlarının %30’unun çok riskli deprem bölgelerinde yer aldığı bir ülkede (Güleş, 2019), artık başıboş ve etkin denetimden uzak bir inşa sürecinin sürdürülebilir olmadığı aşikârdır. Kanımca, etkin bir denetim mekanizmasının oluşturulması, ancak aşağıdaki unsurların bir araya getirilmesi ile mümkündür.

  • Yerel ve merkezi yönetimlerin, ne eleman kalitesi ne de sayısı bakımından, ülke genelinde yılda verilen ortalama 106 bin bina ruhsatını (TÜİK 2002-2021 verilerine göre ortalama yıllık 137 milyon m2 inşaat alanına tekabül eder) ve bir o kadar da kullanım iznini (iskan), ne proje ne de uygulama yönünden denetleyebileceği kabul edilmeli, denetim yetkisi, yerel yönetimlerin kontrolünde özel sektöre devredilmelidir. Sadece İstanbul’da 2022 yılında yaklaşık on bin ruhsat ve on bin iskan izni verilmiştir ki, günde ortalama 67 hayati belgeye denk gelir.
  • Kamu sadece akredite olmuş şirketleri ve yetkin mimar/mühendisleri denetleyecek rafine bir mekanizma geliştirmelidir.
  • Denetim kuruluşları, tüm ülke genelinde 10 adedi geçmeyecek, mali yapısı çok güçlü (Fransa örneği gibi), ve sadece denetim işiyle yetkilendirilmiş, meslek odaları ve üniversitelerce siyasi baskıdan uzak olarak akredite edilmiş olmalılardır.
  • Yetkin mimar / mühendislik sistemi geri getirilmeli, denetim kuruluşu denetlediği her bina için belli sayıda uzmanı istihdam etmelidir. Bu ünvan, 5 yıl süre ile, ilgili meslek odası ve üniversiteler arası oluşturulacak bir kurulun yapacağı sınav sonrası verilmeli, meslek odaları periyodik eğitimleri zorunlu tutmalıdır. Üniversitelerin inşaat mühendisliği ve mimarlık bölümleri müfredatına, idari ve teknik konuları kapsayacak “yapı denetim” dersleri eklenmelidir.
  • Denetim kuruluşları zorunlu mesleki sorumluluk sigortasına tabi olmalı, denetimini üstlendikleri her binanın kullanım izninden itibaren en az 15 yıl süre ile güvence altına almaları sağlanmalıdır. Sigortacılık sistemi bu tür sigortaları yapabilecek şekilde yapılandırılmalıdır.
  • DASK sistemi yardım sandığı olmaktan çıkarılmalı, risk analizi tabanlı, re-asüre edilebilir gerçek bir sigorta haline getirilmelidir. DASK, mal sahiplerine karşı sorumlu olmalı ve hasarlarını karşılamalı, bu hasarları denetim kuruluşlarının ve yüklenicilerin yaptıracağı Mesleki Sorumluluk Sigortalarından tazmin etmelidir. Bu şekilde, denetim kuruluşlarının ödeyeceği primler, sundukları hizmet kalitesine bağlı olarak farklılık gösterecek, otokontrol sağlanacaktır.
  • Tüm sorumluluk, -proje müellifi de denetim kuruluşunca denetleneceğinden- yüklenici ve denetim kuruluşu tarafından ortaklaşa karşılanmalıdır. Sorumluluğun yayılması ve dağıtılmasının önüne geçilmelidir. Bu nedenle, yüklenici de mesleki sorumluluk sigortası kapsamına alınmalı, primleri sigorta şirketinin belirleyeceği yetkinlik kıstaslarına göre belirlenmelidir.
  • Denetim kuruluşlarına ödemeler, yerel yönetimlerin mal sahiplerinden tahsil edeceği ruhsat ve iskan bedellerinden yapılmalı, bu kuruluşlar her tür siyasi, toplumsal, yüklenici ya da mal sahibi baskısından uzak tutularak, denetleyen ve denetlenen arasındaki ticari bağ kesilmelidir.

Son Söz

Her yıkım, ders alabilenlere, yeniden yapılanma için önemli bir fırsat sunar. Ders alamayanlar içinse, doğal seçilimin acımasız yasaları işlemeye devam eder.

Ender Şenkaya

İnş.Y.Müh. ODTÜ 1990

Mart 2023

Not: Bu yazı daha önce strasam.org için hazırladığım çalışmanın teknik bölümlerini içerir.

Kaynaklar

Bayraktar, S. (2001). Yapı Denetiminin Dünyadaki Uygulamaları ve Türkiye'deki Gelişim Süreci. İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.

Güleş, M. (2019). 4708 SAYILI YAPI DENETİMİ HAKKINDA KANUNUN UYGULANMASINDA KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ. KTO Karatay Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi . Konya.

Gülkan, P. (2001). 595 sayılı Yap Denetimi Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararname'nin İptali ve Ardından Gelen 4708 Sayılı Yapı Denetim Kanunu Hakkında Bir Deneme. TMH- Türkiye Mühendislik Haberleri, 412, s. 7-19.

Karacaoğlu, Ö. (2005). Dünyada ve Türkiye'de Yapı Denetim Sistemleri ile Sigorta Uygulamaları. Marmara Üniversitesi Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.

Karaesmen, E. (1992, Haziran). Erzincan Depremi Işığında Yapıda Denetim-Sorumluluk ve Sigorta. 13 Mart 1992 Erzincan Depremi Mühendislik Raporu, 77-92. Ankara: İMO.

TMMOB. (2000). Doğu Marmara Depremleri ve Türkiye Gerçeği. Ankara: TMMOB.