Ama, homo sapiens henüz o soğuk dönemin izlerini ve DNA’sına kazınmış hatıralarını üzerinden atmış olmadığından, en temel ihtiyacı olan av hayvanlarının peşinden gitmeye mecburdu. Bunu yapmayıp, sadece topladıkları meyvelerle yetinmeyi tercih edenlerin, olası beyin beslenmesi yetersizliği nedeni ile, şu sıralar aramızda olduklarını düşünmüyoruz. Sonuçta, homo sapiens, değişen şartlara uyum sağlamayı başaran türlerden en etkilisi olarak devam edegelecekti.
Şafak
Paleolitik dönemin sonuna doğru insanoğlu, ateşten sonraki ikinci büyük keşfini yapacak, yerleşik hayata geçişten önce arasında iş bölümü yapmayı öğrenecekti (**). Göbeklitepe kazılarından öğrendiğimiz temel sonuç buydu. Avcı toplayıcı ve mevsimsel göçer kavimler, nedenini şu anda anlamlandıramadığımız dikili taşları dairesel düzende yerleştirmek için oniki bin yıl önce periyodik olarak toplanmayı adet edinmişlerdi. Bu toplulukların en az 500 kişi oldukları tahmin ediliyor arkeologlarca. Aralarında bir iş bölümü olmaksızın böyle bir yapıyı gerçekleştirmeleri mümkün değildi. İş bölümünün ortaya çıkması sonuçta bir otoritenin tanınması anlamına geliyordu. Birisi, kimin maden ocağını kazacağına, kimin taşları yontacağına, kimin taşıyıp, kimin yerine dikeceğine karar vermiş olmalıydı. O günün şartlarına göre bu kişi, büyük olasılıkla baltası en büyük kişi olmalıydı aynı zamanda. “Movius Çizgisi”nin(***) doğusundaki topluluklar ellerindeki yontma taşlarla bu seviyeye gelmek için birkaç bin yıl daha sabredeceklerdi (2). Göbeklitepe, paleolitik dönemin, iş bölümü ya da “1.Tanıma” adlandıracağım “otoriteye itaat” evrimi ile sonlandığını müjdelerken, tarihi bakış açımızı da değiştirmiş oluyordu.
Zaman geçtikçe, av hayvanlarının ya da toplayabilecekleri meyvelerinin peşinden mevsimsel olarak koşmaktan yorulan homo sapiens, depolayarak kışları da tüketebileceği buğdayı keşfetti önce. Av için daha önceden bir şekilde evcilleştirdiği köpekler gibi (aslında olay bazı kurtların DNA’sındaki ateşten korkmama geni ile alakalı olsa da) kimi küçükbaşları evcilleştirmeyi başardığında da, artık ne ava ne de toplamaya gereksini kalmamıştı. Neolitik dönem evcilleştirme sonucu yerleşik hayata geçmekle başlamıştı. Zaten bilim kurgu yazarı Robert Heinlein’ın dediği gibi “büyük icatlar, çalışmayı sevmeyen tembel insanların işi” değil miydi? İnsanoğlu sonuçta en temel gereksinimini karşılamıştı. İleride bazı anarşistler “insan mı buğdayı, yoksa buğday mı insanı evcilleştirdi” diye soracaklardıysa da çok önemli değildi.
Neolitik İstilacılar
Neolitik başlangıcın getirdiği depolanan gıda çözümleriyle birlikte başka bir tehlike ortaya çıkmıştı; kimi baltası büyük, kafası küçük topluluklar, kışları tüketilmek üzere depolanan tahılı ve hayvanları yağmalayabiliyorlardı. Çözüm onbir bin yıl önce geldi; insanlar ilk kez Verimli Hilal’in(****) en güneyindeki Eriha’da (ki bilinen en eski sürekli yerleşim merkezi), yerleşim yerinin etrafını dört metre yüksekliğe varan bir surla çevireceklerdi (1). İş bölümü farklı bir boyuta ulaşmış ikinci temel ihtiyaç “güvenlik”i sağlamak amaçlı kullanılmaya başlamıştı. Eriha’da büyük olasılıkla istilacıların gelişini gözlemek üzere inşa edilmiş on metre yüksekliğindeki kule, neolitik teknolojinin ulaştığı en üs seviyeydi. Toplumsal sözleşmecilerden onbir bin yıl önce, Eriha’da insanlar istilacı korkusu ile işbirliğinin getirileri (*****) arasında, yazılı olmasa da bir sözleşme yapabilmeyi başarmışlardı.
On bin yıl öncesine gelindiğinde, Çatalhöyük’te, neolitik döneminin zirvesi yaşanırken, miras herhalde en önemli sorun olmalıydı. Yani ailenin direği 'koruyucu baba'nın ölümünden sonra, aile, evini kullanmaya nasıl devam edecekti? Pragmatik bir çözüm üretildi; evin altına babanızı gömdüğünüzde, onun ruhu hem sizi hem de oturduğunuz evi korumaya devam edebilirdi. Bunu başkalarına nasıl kanıtlayacaktınız peki? Her defasında mezar kazıp göstermek yerine, görece küçük zahmetle, kafatasını evin en güzel noktasına koyarak sanırım. Tembellik bir çözüm daha bulmuştu. Sonucunda, babanın kafatası belki de tarihin ilk tapu belgesi olarak mülkiyet sorununu da çözmüş oluyordu. O kadar güzel bir çözüm olmuş olmalıydı ki, bu kafatasına, fırında pişirdiğiniz kilden figürünleri hediye ediyor ve mülkiyetin garantisini bir nevi kutsuyordunuz. Hane halkı dini, herhalde böyle doğmuş olmalıydı. Tarihin “2.Tanıma” evrimi de “kafatası tapusu” sayesinde neolitik çağda gerçekleşmişti.
Takip eden bakır ve tunç çağlarında, kişisel korunma dürtüsü giderek toplumsal olarak korunmaya, hane dinleri de topluluk dinlerine dönüşürken, yerleşim alanları 'koruyucu'lara adanmış daha büyük tapınaklar ile süslenmeye başladı (5). Üretim fazlası da toplumsal servet olarak depolanmaya devam ediyordu. Evlerde depolanmayacak olan tahıl, zeytinyağı ve şarap fazlası şehrin depolarında biriktirilmeye ve değiş tokuş sistemi ile halk arasında paylaşılmaya başlamıştı. Şehirlerin nispeten küçük olduğu dönemlerde, üretim fazlaları, halen belleklerine güvenilen “bekçi”lere emanet edilebiliyordu. Ancak hızla büyüyen kentlerde güvenilir kayıt etme sorunu çıkınca ilk çözüm, Aşağı Mezopotamya’nın kadim Uruk ve Kalde şehirlerinden çıkacaktı; çivi yazısı. Henüz alfabe Knossoslularca icat edilmemiş olsa, mahir yazıcılar hem ticaretin hem de ürünlerin kayıtlarını tutmaya başlamışlardı. Uruk’ta bulunmuş ve halen çözülmeyi bekleyen 40 bin kadar ticari sözleşme ve çeşitli kayıtları içeren tablet göz önüne alındığında, çivi yazsının hem mucitlerince hem de ticaret yapılan diğer kavimlerce ne kadar hızlı kabul gördüğü şaşırtıcıdır. “3.Tanıma” evrimi, taşlara kazınan çivi şeklindeki “kayıt sembolleri”le gelmişti.
Şehir krallıkları bir müddet sonra birleşip “devletleşmeye” başladıktan ve yeni teknikler ile suyun islah edilmesi öğrenildikten sonra, üretim fazlası daha da artıp ticaretin boyutu büyüyünce değiş tokuş sistemi tahminen ilk kez yine Anadolu’da yerini sikkelere bırakmaya başlamıştı. Değerli metalden yapılan ve tanınan bir otorite tarafından basılan sikkeler de, bir müddet sonra yerini -değersiz metalden de olsa olur- madeni paraya en son olarak da tutuşabilir de olsa “güvenilir” olduğu algısı yaratılan kağıt paraya bıracakacaktı. Paranın arkasındaki temel felsefe, onu basanın “tanınır” olmasıydı. Zaten “devletin en önemli göstergesi günümüzde bile para basabiliyor oluşu değil mi? “4.Tanıma” evrimi işte bu "değiş tokuş aracı" olarak ortaya çıkan sikkelerle gelmiştir. Sonuçta “algı”nın (paranın) “gerçek”in (malın) yerini doldurabileceği kanıtlanmıştır. Bu, güvenilir "kayıt tutucu" rolü üstlenen devlet sayesinde olabilmiştir. Hoş, en büyük algı aracı kağıt parayı Çinliler icat etmiş olsa da, Kubilay'ın istilası döneminde enflasyon da icat edilerek algılara güvenilmesinin ne kadar tehlikeli olabileceği de kanıtlanacaktır.
Enformasyon Devriminin İstilacıları
İnsanlık bugün Endüstri Devriminden sonra yakın çağdaki en büyük dönüşümü, Enformasyon Devrimi ile yaşıyor. Bu, neredeyse avcı-toplayıcı kabilelerden tarım toplumuna geçiş kadar önemli bir dönüşüm. İçinde varolmak -çoğu zaman anlayamasak da- gerçekten heyecan verici. Enformasyon Devrimi de tıpkı Neolitik Devrim gibi hayatımızı kolaylaştıran, bizi dünyanın neresinde olursak olalım birbirimize bağlayan, hayatlarımıza kalite katan ve kolaylaştıran öğelerle geldi. Ve yine Neolitik Devrim kadar güvenlik açıkları ile. Dünün baltalı istilacılarının yerini, bugün bilgisayarlı hackerlar ya da küresel asıl yöneticileri aldılar. Bankalardan devletlere, oradan da sade vatandaşlara uzanan servetini kaybetme tehlikesi ile de karşı karşıyayız. Artık “güvenli kayıt” tutuculara eskisi kadar güvenemiyoruz, yani yine en temel “ikinci gereksinimimizi” karşılayamaz haldeyiz (3). Bu da hepimizi doğal olarak daha güvenli mecralar aramaya itiyor.
İşte tam bu sırada daha önce hiç oteli olmayan bir şirket dünyanın en büyük otel zinciri, hiç otomobili olmayan bir diğeri en büyük taksi zinciri oluverdi. Hiç parası olmayan bir diğerinin en büyük taşınabilir değere sahip olmasına ne kadar vardı? Olmaz denilirken BITCOIN ortaya çıktı. Çoğunluk, önceleri, arkasında ne bir devlet, ne bir şirket ne de üretime dayanan böyle bir “şeye” burun kıvırarak baksa da, arkasındaki Blockchain teknolojisi o kadar güvenilir bir “kayıt tutucu” idi ki, hızla “tanımaya” başladı. Kripto paraları bir yana bırakırsak aslında olan, yeni bir mekanizmanın güvenilir kayıt tutucu olan devletin yerini daha da şeffaf bir sistemle almaya başlamasıydı. Olayın felsefi boyutu maddi boyutunun çok daha önündeydi. Bugün emlak ilanlarında bile bitcoin, bir değiş tokuş aracı olarak kabul görmeye başladı. “5.Tanıma” evrimi halen “blockchain” ile gerçekleşiyor. Yeni mekanizma, para transferlerinin doğrulanması amacı ile başlamış olsa da, bugün Slovenya’da kişiye özel sağlık kayıtlarının tutulması için kullanılmaya başlandı bile. Tapu ve evlilik gibi devletin tuttuğu kayıtların yerini alması da çok sürmeyecektir. Bunu, büyük olasılıkla oyunuzu güvence altına almak için -çok gerekli olamayacak olsa da- seçimlerde kullanılması takip edecek, noterlere bir süre sonra gerek kalmayacak, kamu ihaleleri bile şeffaf olarak bu teknoloji ile yapılabilecektir. Bir sözleşmenin geçerli olması için, taraflarca tanındığının blockchain içinde doğrulanması yeterli olacaktır. Şeffaflık ve güvenilirlik, devletleri sarmalamış olan yolsuzluk düzenini yıkıp, servetin tabana yayılmasının önünü açabilecektir. Servet tabana yayılmaya ve bütün Dünya halkları ile paylaşılmaya başladığında ise, “istila” tehdidi ortadan kalkacağından, devletlerin silahlanma vb harcamalar yapmasına olan ihtiyaç da azalacaktır. Böyle bir Dünyada, tekrar küçük şehir yapılanmalarına dönüş gerçekleşebilir. Sonuçta hala, altyapı ve polisiye güvenlik gibi bazı temel ihtiyaçlar varolmaya devam edecektir.
Anonim Enformasyon
Peki bu blockchain denen “illet” neden bu kadar güvenli? Güvenli, çünkü arkasındaki kırılgan bir merkezi yapıya bağlı değil. Enformasyon anonim olarak binlerce bilgisayarda aynı anda tutuluyor. Belki bitcoin’in anlık değerini belirleyen merkezi bir sistem olsa da, kimin kime ne kadar kripto para sattığı, elinde ne kadar kripto para olduğu anonim olarak doğrulanıyor. Her “bilgi” parçacığı kendisinden önceki ve sonrakine şifrelendiği için, hack edilse bile, zinciri oluşturan milyonlarca parçanın aynı anda değiştirilme ihtimali şimdilik sıfıra yakın. Yani bitcoine sahip olmanız, internet bankacılığı kullanmanızdan çok daha güvenli. Böyle bir şifreleme ve çözme mekanizması da, çok pahalı bilgi işlem teknolojileri kullanan ve her işlemi onaylayan “madenciler” tarafından güvence altına alınıyor. Madenciler (şifreyi ilk çözen) çözdükleri şifre başına küçük bir komisyon sahibi oluyorlar, aralarındaki yarış sistemin emniyet sübabı. Economist’in de vurucu şekilde ifade ettiği gibi, blockchain, ekonomide “güven”in tesisini, merkezi aracılar yerine, uzlaşmanın kompleks kodlama ile sağlandığı apayrı bir mekanizma ile sağlıyor (7). Bu yöntemin, 2024 yılında 20 milyar dolarlık bir teknoloji pazarına ulaşacağı tahmin ediliyor, Transparency Market Research’e göre (8).
Devletin Sonu mu?
Felsefi olarak, devletlerin, bu yeni mekanizmaya bir alternatif üretemedikleri takdirde, çok da uzak olmayan bir gelecekte varoluşsal bir sorun yaşayacakları kesin. Fukuyama, Tarihin Sonu’nda neo liberal sistemin, insanlığın geldiği son aşama olduğunu iddia edebilecek kadar ileri gitmişti (4). Sonuçta varoluşsal eşitlik ihtiyacını (Maslow’a ek yapmak gerek bu ihtiyacı) neo liberal politikaların karşılayamadığı kanıtlandı. Küresel krizler zenginleri daha zengin, fakirleri daha fakir hale getirmişti. Fukuyama’nın tezi on yıl bile geçmeden çökmüştü. Bugün Dünya’nın büyük bölümünde %1’lik bir azınlık, toplam servetin %50’sinden fazlasına sahip. Sürdürülmesi mümkün olmayan ve gelir dağılımı eşitsizliğinin garantisi olan bir düzenin içinde debeleniyoruz. Blockchain mi, devletler mi galip gelecek, belki de kendi yaşam sürecimiz içinde öğrenmiş olacağız. Blockchain ya da başkası olur bilinmez ama, Enformasyon Devriminin, refah ve servetin hakça paylaşıldığı ütopik bir geleceğin temel yapıtaşı olacağını söyleyebiliriz. Unutmamız gereken, bu devrimi de kaçırıp meyve toplamaya devam ettiğimiz takdirde, on bin yıl sonra insanlık hafızasından da silinmiş olacağımız olmalı...
Fukuyama’nın yanlışlanması on yıl bile sürmedi, bakalım biz ne kadar zamanda yanlışlanacağız?
Ender Şenkaya
Şubat 2018
(*) Genç Dryas: Younger Dryas adıyla bilinen ve başlangıcı 13,000 yıl öncesine rastlayan dönem, Dünya’yı, soğuk, buzullarla kaplı bir yerden daha sıcak ve kuru, buzularası bir döneme soktu.
(**) İkinci büyük keşif: ilk büyük keşfin ateş olduğu varsayımı ile (ES)
(***) Movius Çizgisi: Antropolojik bulgulara göre, balta kullanan ile sadece yontma taş kullanan homo sapiens türlerinin yeryüzündeki ayrımını yapan, Hindistandan İngiltere’ye uzanan hayali çizgi. Doğu-Batı ayrımı
(****) Verimli Hilal: Güneybatı’da Akdeniz kıyısındaki Eriha’dan başlayıp, kuzeyde Çatalhöyük ve Göbeklitepe üzerinden yukarı Mezopotamyayı kapsayacak şekide güneydoğuda Basra Körfezine kadar uzanan, Dünyada bilinen yerleşik hayata geçilmiş ilk bölge.
(*****) Thomas Hobbes'a atfen
Kaynakça:
1. James E.McClellan III, Harold Dorn, Science Technology in World History, The Johns Hopkins University Press, 1999
2. Ian Morris, Why the West Rules – For Now, Profile Books, 2010
3. Abraham Maslow, A Theory of Human Motivation, 1943
4. Francis Fukuyama, The End of History and the Last Man, 1992
5. Yıldız Şey, Şebnem Önal, Housing and Settlement in Anatolia - A Historical Perspective, Tepe Özel Yayını, 1999
7. The Economist “Trust Machine”, Oct 2015
8. Transparency Market Research, Worldwide Blockchain Technology Market, Jan 2017