16 Mart 2018 Cuma

Antik Çağda Proje Yönetimi

Indus Vadisindeki Harappa’dan, Sümerlerin kadim Uruk ve Kalde şehirlerine, Minos medeniyetinin Knossos’undan, Pericles’in Atinasına ve tabii ki Mısır'ın piramitlerine antik Dünya uygarlıklarının göstergesi olan kentleri ve bu kentleri taçlandıran görkemli yapıları biliyoruz da, bu yapıların kimler tarafından inşa edildiğine ilişkin bilgimiz genellikle ,Herodot ve Vitruvius’un hikaye ettikleri ile sınırlı. Nasıl yapıldıklarına ilişkin bilgilerimiz ise sadece varsayımlara dayalı.

Hele Göbeklitepe, Piramitler ya da Stonehenge’e gelindiğinde, piramitler dışında - o da Herodot anlattığı hikayeler- hemen hiç elle tutulur bir bilgiye sahip değiliz. Ancak, Romalı -aynı zamanda yazar olan- mimar ve mühendislerin yaptıkları katkı, antik Dünyanın proje yönetimi yaklaşımını bir nebze anlamamıza katkı sağlayıcı nitelikte.

İlk önce İş Bölümü vardı

Sanırız tarih öncesinin ilk proje yöneticisi, paleolithik dönemde, tarım toplumu öncesi Göbeklitepe’de bir tür tapınak olduğunu düşündüğümüz sıradışı yapıyı yaptıran kişi olmalı. Bu dahinin, çok değil birkaç on yıl öncesine kadar Neolithik devrimin ürünü olduğunu düşündüğümüz “iş bölümü”nü, aslında birkaç bin yıl önce başlatmış olduğunu varsayıyoruz. Bir şekilde çevresine topladığı avcı-toplayıcıları, o tür bir tapınak yapmak üzere ikna etmiş olmalı. Daha önceki bir yazımızda bunu 1. Tanınma evrimi olarak nitelemiştik.


IMG_7657.JPG 
Stonehenge ve Göbeklitepe

Günümüzden onbirbin yıl önce Göbeklitepe’de işlenen ve dizilen taşların işçiliğini, yine günümüzden dörtbin yıl önce inşa edildiği düşünülen Stonehenge ile karşılaştırdığımızda, Göbeklitepe’nin proje müdürünün aynı zamanda bir insanı-ı kamil olduğu sonucuna varmak zor olmamalıdır. Göbeklitepe’nin muntazam yontulmuş ve bezenmiş 10-20 tonluk taşları -ki on kilometre uzaktaki ocakta bulunan taş 50 tondur- Stonehenge’in kaba işçiliğe sahip 25 tonluk sarsen taşlarının yanında birer yıldız gibi parlar. Göbeklitepe proje müdürünün mimarlık yanının çok daha ağır bastığı ortadadır. Oysa Stonehenge’de, o büyüklükteki taşları 240 km öteden, Galler bölgesinden taşıtan bir lojistik dehası söz konusudur; adak taşının tam yaz ekinoksunda güneşin doğuşunu merkezleyecek şekilde yerleştirilmiş oluşu, tarım toplumu sorunlarını çözmeye yönelik çok daha mühendisçe bir yaklaşımdır. Yine de Göbeklitepe’nin inşasında her mevsim bir araya gelen yaklaşık 500 işçiyi neyin motive ettiği, inşaata doğrudan katılmayan diğer grupların neden bu işçileri beslediği gibi konular şu an için muammadır. Yazılı bir metin bulunamayacağı için de muamma olarak kalacaktır. Bu hali ile bilimsel bir varsayım üretilmesi de mümkün değildir. Göbeklitepe’deki anomaliyi kazı ekibi arkeologlarından Klaus Schmidt “önce tapınak geldi sonra kent takip etti” şeklinde özetlemektedir ki, bilinen diğer arkeolojik sit keşiflerine aykırı bir durumdur.

Kaynaklar kısıtlı mı?

Önce yazının, sonra alfabenin icadından sonra da, dev yapılar maalesef yapanları ile değil yaptıranları ile anılageldi. Bundan dörtbin beşyüz yıl önce Firavun Khufu’nun (Yunanlıların deyişi ile Keops) ego patlaması, yirmi yıl süresince sürekli olarak 5000 işçiyi çalıştıracak ve her biri 2.5ton olan 2.3 milyon kesilmiş kireç taşını 149 metrelik yüksekliğe kadar dizip, 1880’e kadar kırılamayacak bir anomaliye imza attıracaktı. Zalimlikte Khufu’dan hiç geri kalmayacak Qin Huangdi ise ikibin ikiyüz yıl önce Çin’de birliği sağlarken, Çin seddinin ilk 2000 km’lik bölümünü inşa ettirecekti. Qin’in egosu ise mezarını sonsuza kadar korumak üzere yaptıracağı onbinlerce her biri farklı terra kota savaşçıya emanet ediliyordu. Köle sisteminin bu büyük eserleri için proje yönetiminin temel unsuru olan kaynak kısıtlarından söz etmek zor olsa gerek. Sonsuz egolar için sonsuz kaynaklar harcanırken, proje yönetimi yeteneklerinden söz etmek mümkün olmayacak. Zaten, bu tür egoların, kendilerinin yanında, bu yapıtların mimarlarını öne çıkarmasını ummak da boşuna bir beklenti olabilir ancak.

Sınıflandırma ve Mimari Eğitimin Başlangıcı

Antik Dünyada bildiğimiz kadarı ile, en azından Vitruvius’a kadar sistematik bir mimari sınıflandırma ve mimarların öne çıkarılmasından bahsetmek zordur. Indus vadisi ve Çin’deki mimari düzen, Batı’ya göre çok daha eski olsa da, daha çok Feng Shui ve Shastralar tarafından geleneksel ve dogmatik olarak düzenlenmiştir. Vitruvius herhalde Aristocu bir etkiyle olsa gerek, tümdengelimci bir method ile işe Yunan tapınaklarının mimari sınıflandırması ile başlamış olsa da, malzeme bilgisinden, akustiğe, konutlardan, devlet yapılarına ve limanlardan su yollarına kadar her tür yapım işine ait kendisine kadar gelen tüm bilgiyi toparlamamakla kalmamış, iyi bir gözlemci olarak şehircilik ve işçi sağlığı gibi konulara da girmiştir.

İşçi sağlığı ile ilgili en çarpıcı katkısı, tesisat işçilerinin diğer işçilere göre daha çabuk öldüklerini farketmesidir. O zamanlar genelde kurşun borularla çalışan tesisatçılar (ki plumber kelimesi Latincede kurşun demek olan plumbum’dan gelmektedir) kısa sürede öldüklerinden, Vitruvius evlerde kurşun döküm boru yerine terra kota borular kullanılmasını bile tavsiye edecek kadar ileri bir gözlemcidir. Gözlemci yapısını mimari eğitime katkısı işe sürdürerek, temel eğitim prensiplerini teori, tarih, felsefe, müzik be hukuk olarak sıralamış ve bugün bile mimar-mühendisliğin babası olarak anılmayı başarmıştır. Özellikle o çağdan mimarlık eğitimine hukuk’u da katmış olması, proje ve sözleşme yönetimine verdiği önemi belirtmesi açısından takdire şayandır; “…ve sözleşmelerini hazırlarken hem işverenin hem de işi üstlenenin haklarını gereken hassasiyetle korumuş olsunlar; çünkü sözleşme düzgün hazırlanmışsa, taraflar anlamsız bir tartışmaya girmeden birbirlerinin yükümlülüklerinden kurtulabilirler”, diyordu büyük üstat.

Vitruvius yine de Roma döneminin kırgın bir insanıdır. On ciltlik De Architectura’da “eğitimsiz insanın eğitimli insandan daha fazla el üstünde tutulduğunu gözlemlediğimden, ben de cahillerle ihtiras mücadelesine girmektense, mesleğimizin bilgisini bu kitapları kaleme alarak göstermek istedim” diyebilecek kadar kırgın, imparatora serzenişte bulunacak kadar da cesur bir insan.

vitruvian-man2.jpg 
Vitruvian Man

Arşimed’in tartışmalı “Evreka” hikayesini kaleme aldığı için kimi zaman “uydurmak”la itham edilmiş olsa da, Vitruvius’un bu müthiş tarihsel katkısı, daha az zalim bir hükümdar olan Justinyen döneminde yaşadıkları için adlarını bildiğimiz Miletli matematikçi Isidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemius’un altıncı yüzyılda inşa ettikleri Aya Sofya’da vücut bulacaktır. Ancak, Hristiyanlığın kabulü ile gerilemeye giren ve hızla yıkılan Batı Roma’da, yeniden uyanış ve restorasyon dönemi Rönesans’a kadar pek çok bilgi unutulmuş olacaktır. Bu yeni çağda Leonardo da Vinci, Vitruvian Adamı ile büyük ustaya yani on beşyüz yıl öncesine bir selam gönderecek, saat imalatçısı Filippo Brunelleschi, Il Duomo’yu Vitruvius okuduktan sonra tamamlayabilecektir. Dogmalar dönemi, tarihin tekrar hatırlanması ile son bulmuştur.

Proje Yönetimi açısından 2000 yılda ne değişti?

Romalıların, bilim ve teknikte, Yunanlılar kadar ileri gittikleri, hatta onları doğru dürüst anladıkları bile  iddia edilemez. Yapıtların matematik prensipleri kullanmamışlar, deneme yanılma yöntemi ile genellikle gereksiz kapasitede elemanlar tasarlamışlardır. Örneğin Perge su kemerlerinden geçen basınçlı bir boru hattını tamir etmeyi bile başaramamışlardır. Basınç sorununu çözemeyen Romalılar çareyi su kemerlerin yüksekliğini 21 metre ile sınırlamakta bulmuşlardır. Yine de, Antik Yunana kültürünün günümüze ulaşmasında en az Araplar kadar katkı sağladıklarını söyleyebiliriz.

IMG_7656.JPG

Yapım prensiplerini “firmitas, utlitas, venustas” olarak yani “sağlamlık, kullanışlılık ve güzellik” olarak tanımlayan Vitruvius’u bir yüz yıl kadar sonra Roma Su Kemerlerinin başına getirilecek Sextus Julius Frontinus takip edecektir. Frontinus’un eseri De Aquaeductu (Su Kemerleri), antik çağdan günümüze ulaşan en önemli proje yönetimi eseri olarak adlandırılabilir. Vitruvius ile karşılaştırıldığında yapım prensiplerini “usum, salubritatem ve securitatem” yani “fayda, sağlık ve güvenlik” olarak sıralayan Frontinus’un meselelere daha mühendisçe yaklaştığını söyleyebiliriz. Döneminin mühendislik açısından başyapıtı olan eserinde Frontinus, ilk yüzyıl Romasının altyapı sorunlarını detayları ile almaktadır. Kuratör olarak diğer Romalı üst düzey bürokratlar gibi ücret almadan, sadece aile şan ve şerefi adına çalışan Frontinus, çağdaş proje yönetiminin temel unsurlarından olan “tek iletişim noktası -single point of contact-” kavramının (PMI 2004) temellerini “tek beyin, çok el” yaklaşımı ile iki bin yıl öncesinden atmıştır; “yöneticiler, sadece fiziksel ve operasyonel görevleri altlarına delege etmelidirler; tüm karar alma mekanizması sorumluluğu üstlenecek tek kişinin elinde olmalıdır.

Karşılaşılan sorunların benzerliği, benzer çözümler getireceğinden, -teknolojik farkları bir yanda tutarsak- Frontinus dönemi Roması ile günümüz ileri proje yönetim teknikleri açısından ciddi benzerlikler bulunmaktadır. İmparatordan Küratöre uzanan çerçevesi çizilmiş ve tanınan bir hiyerarşi vardır Roma döneminde. Yine de kararlarda, etkin olacak uzmanlardan oluşan bir danışman heyeti “consilium principis” desteği de önemlidir. PMI 2006 da, proje karar alma mekanizmasında kaynakların yönetimini stratejik hedeflere uyumlu olmasının önemine değinmektedir. Bugünün PYO’su (Proje Yönetim Ofisi), antik çağın consilium principis’inin yerini almıştır.

Harici kaynak kullanımı (outsourcing) açısından baktığımızda, Roma’da hemen tüm kamu işlerinin konusunda uzman taşeronlarca  yürütüldüğünü görmekteyiz. Günümüzde de pratik uygulama gerekleri aynısını gerektirmekte. Tabii ki, Romalı taşeronların köle kaynakları kullanımdan biraz daha ileri duruma geçtiğimiz söylenebilirse de, günümüzde halen hayat/iş dengesinin çok da ileri seviyede olmadığını belirtmekte fayda var. Özellikle mültecilerin ucuz işgücü olarak yaygın şekilde kullanımı söz konusu. Çinli müteahhitlerin, mahkumları işgücü olarak sömürmesi konusuna da pek girmeyelim. Yine de Roma dönemi taşeronları bugünün taşeronları kadar şanslı değildiler, başarısızlıkları genellikle kişisel ya da ailesel yıkımları ile cezalandırılabiliyordu.

Antik çağda genelde yapı işleri kadim bilgi sayıldığından, kapalı grupların kendi içlerinde yaptıkları aktarımlarla devam edegeldi. Ancak Roma dönemi, bu kadim bilgiyi, Vitruvius ve Frontinus gibi insanların katkıları ile açık hale getirdiğinden büyük önem taşımakta. Günümüzde, bu bilgi aktarım mekanizması özellikle açık-inovasyon ve know-how transferi mekanizmaları aracılığı ile daha yaygın olarak sürüdürülmeye çalışılmakta.

Yasal açıdan bakıldığında, Frontinus’un De Aquaeductu’yu biraz da etik kaygılarla kaleme aldığını görüyoruz. Roma döneminde oldukça yaygın olan kaçak su tüketimini sınırlamak için özellikle boru ve açık kanal kesitlerinden geçen debi miktarını çok detaylı ve bugün için bile hassas ölçülerle( kimi yerde %0,01 hata payı ile) tablolaştırmış olması, bunun bir sonucu. Maalesef, bugün bile insanlık hükümetlerin ve vatandaşların yolsuzluklarına yeterli çözümleri üretememiş durumda. Özellikle kaynakların kötü yönetimi sorunu, verimsiz devlet mekanizmasının doğal gelişimin önüne koyduğu en büyük engel.

Ender Şenkaya

Mart 2018

Kaynaklar:

De Architectura , Marcus Vitruvius Pollio, 31 BC, Alfa Yayınları 2016, Latinceden çeviren: Çiğdem Dürüşken

Walker, D. H. T. & Dart, C. J. (2011). Frontinus—a project manager from the Roman Empire era. Project Management Journal, 42(5), 4–16

Science Technology in World History, James E.McClellan III, Harold dorn, The Johns Hopkins University Press, 1999

Civil Engineering in Context, Alan Muir Wood, Thomas Telford, 2004

J.G. Landels, Eski Yunan ve Romada Mühendislik, Tübitak yayınları, 1978 (10.baskı 2000)