24 Temmuz 2017 Pazartesi

Müzakerede Üçüncü Taraf Olmak

En içinden çıkılmaz gibi gözüken uzlaşmazlıkların çözümü için herkesin oynayabileceği bir rol olabilir. Uluslararası müzakereci William Ury, TED Ideas'da yayınlanan bir söyleşisinde işin püf noktalarını paylaşmış. 

Müzakereci, arabulucu ve Harvard Üniversitesi Müzakere Programı’nın ortak kurucularından William Ury, hayatının tutkusunu, kişileri ve toplumları “hayır” noktasından “evet” noktasına getirmek olarak ifade ediyor. Soğuk Savaş dönemlerinden, Ortadoğu uyuşmazlarına kadar pek çok konuda rol almış, Ury.

Müzakere konusundaki söyleşisine (There are three sides to every argumentçok çarpıcı bir hikaye ile başlıyor. Hikaye, üç oğluna miras olarak 17 deve bırakan adam hakkında. Büyük oğluna develerin yarısını, ortanca oğluna üçte birini, en gencine de dokuzda birini bırakmış. 17 deve, hiçbir vasiyet oranına tam bölünemediği için kardeşler arasında büyük bir uyuşmazlık çıkmış. Gerginlik had safhaya ulaşınca, üç oğul yaşlı bir bilge kadına başvurmuşlar. Kadın, size nasıl yardımcı olabilirim bilmiyorum demiş ve eklemiş ; "ama isterseniz benim tek devemi alabilirsiniz”. Oğullar kadının devesini alıp,  hesaba ekleyince, toplam develeri babalarının hesabına göre bölüşmüşler; 9 deve büyüğe, 6 deve ortancaya ve 2 deve de en küçüğe, toplam 17 deve. Artan deveyi de kadına iade etmişler.

Günümüzün pek çok uyuşmazlığı da, bu deve hikayesi gibi, çözümü imkansız ve ufukta hal yolu içermeyen konuları içeriyor. Böyle zamanlarda Ury’e göre, bir adım geri çekilmeli, yeni bir gözlük takıp, 18.deveyi bulabilmeliyiz. Ury, dahil olduğu uyuşmazlıklardaki misyonunu “18.deveyi bulmak” olarak açıklıyor. Belki, analitik bir yöntem icad edip, uyuşmazlığın içine entegre etmek olarak da açıklayabiliriz bu durumu.

“İnsanlığın bugün içinde olduğu çıkmazı ele alırsak, o üç kardeş gibiyiz. Zira aslında büyük bir insanlık ailesiyiz.” Teknolojinini eriştiği seviyeye sağlık, tarih boyunca ilk kez birbirimizle temas edebiliyoruz. O zaman da büyük soru gündeme geliyor: “En derin farklılıklarımızla, insanın uyuşmazlığa eğilimi ve devasa yıkımlara neden olabilecek silah üretme yeteneğini gözönüne aldığımızda nasıl başedeceğiz? "

Uyuşmazlıkların hep iki tarafı olduğunu düşünür, üçüncü tarafı gözardı ederiz.

William Ury, söyleşiye 30 yıl önce Güney Afrika’da yaşadığı bir deneyimi aktararak devam ediyor. Müzakere süreci sonrasında, halen avcılık-toplayıcılıkla hayatlarını sürdüren Kalahari’nin San Bushmen kabilesinin, konuları nasıl müzakere ettiklerini anlamak için fırsat bulmuş. Kabilenin en tehlikeli özelliği, savaşlarında uçları zehirli oklar kullanmalarıymış. Ancak, çözülmesi zor ve gerginliği yükselten uyuşmazlıklar ortaya çıktığında, bir kişi evvela bu zehirli okları saklıyor, ve kabile bir daire şeklinde toplanarak günlerce uyuşmazlık üzerinde konuşuyormuş. Halen sorun çözülmezse, konunun taraflarının, bir müddet uzaktaki yakınlarına gönderilerek sakinleşmeleri sağlanıyormuş. Ury, uyuşmazlıklara toplumun dahil edildiği bu mekanizmaya “üçüncü taraf” adını veriyor, ve bu mekanizma sayesinde bu türlerin halen hayatta kalabildiklerini düşünüyor.

İşçi-İşveren, karı-koca, ya da Cumhuriyetçi-Demokrat olsun, uyuşmazlıkların hep iki tarafı olduğunu kabul ederiz. Ve tüm bu uyuşmazlıkların tarafları, üçüncü tarafı yani “bizi” -çevrelerini- ihmal ederler. San Bushmenleri gözlemlediği Güney Afrika dönüşü sonrası, Ury, iş dünyası lidelerini, dini liderleri, işçi örgütlerini, kadın örgütlerini, yani toplumu “üçüncü taraf” olarak görmeye başladığını anlatıyor. Nelson Mandela bile, bir tarafın lideri olarak değil de, tüm toplum kesimleri için savaşan, sadece siyahların değil, beyazların da özgürlüklerini savunan bir kişi olarak ortaya çıkınca işler değişmiş. Herkes, ülkeyi kan gölüne çeviren olayların devam edeceğini düşünürken, mucize eseri Güney Afrika’da sosyo-politik bir dönüşüm yaşanmış. Ury’e göre işin sırrı uyuşmazlığa “üçüncü taraf”ın dahil olması.

Üçüncü tarafın farkındalık sağlayacağı en önemli nokta, taraflara neleri kaybedeceklerini göstermesi aslında. Uyuşmazlık içinde kitlendiğimizde, perspektif kolayca kaybedilip, sadece tepki verilebiliyor. Ury’e göre, insan “tepkisel bir makina”, ve eski eski bir deyişteki gibi “kızgın olduğunuzda, sonradan pişman olacağınız en güzel konuşmanızı yaparsınız.” Bu noktaya gelindiğinde üçüncü taraf, çocukların, ailenin ya da toplumun geleceği yönününde taraflara yol gösterici olabiliyor.

 “Uyuşmazlık o kadar büyüktü ki, ancak bir hikaye ile çözülebilirdi”

Çözümsüz gözüken uyuşmazlıklara örnek olarak Ortadoğu gösterildiğinde, Ury ,aynı görüşte olmadığını söylüyor.  Tüm sorunları çözebilecek bir mucizevi yöntem olmasa da, bir ilk adım atılabilir: 4000 yıl önce bir adam ve ailesi, Ortadoğu boyunca yol aldı, ve bir daha Dünya eskisi gibi olmadı. Bu adam İbrahim’di. Asıl mesajı “birlik” ve “bağlılık"tı; benimsediği temel değer ise, yabancılara karşı hoşgörü ve kibarlıktı, yani konukseverlik: Halil İbrahim sofrasına davet yani. Ury’e göre, bu yönü ile, İbrahim, Ortadoğu’nun ihtiyaç duyduğu sembolik üçüncü taraf. İbrahim’in benimsediği değerler, etnik ve dini ayrımcılığa karşı bir antidod olabilir. “En basit yol, onun ayak izlerini takip etmek”, diyor Ury. Aynı hedefe doğru yürürken kavga edildiği görülmüş müdür? Bu nedenle büyük uzlaşmazlıklarda tarafaların beraber yürüyüş yaptıklarına sıkça rastlanır; örneğin 1982 yılı Sovyet-Amerikan müzakerelerinin ünülü “orman yürüyüşleri” gibi.

Teorisini sınamak için Harvard’dan bir ekiple İbrahim Yolu’na çıkmış, Ury. Eski yazıtlardan hareketle aynen İbrahim gibi, onun doğum yeri olduğuna da inanlılan, Urfa’dan başlamış yolculuğuna. Sonra, Harran, Halep (ki adını keçilerini sağarak fakirlere dağıttığı sütten aldığına inanılır), Şam, Kuzey Ürdün üzerinden Kudüs ile Beytüllahim'e uzanıp,  son olarak da İbrahim’in gömülmüş olduğuna inanılan Kenan ilindeki El-Halil'de sonlanmış, yaklaşık 1600 km’lik yolculuk. Yol boyu hep konukseverlikle karşılaşmış ekip. Onlara göre, İbrahim sadece tarihi bir kişilikten öte yaşayan bir konukseverlik sembolü. Tabii, burada bir parantez açıp, İsrail-Filistin gerginliklerinin kaynağının kimi zaman bu 4000 yıllık gömülme (mezar yeri edinme) hikayesine kadar vardırıldığını da anımsatmak gerek.

Bu yolculuğun en önemli mesajı “bizi ayıran ne olursa olsun, birleştiren bağlar çok daha kuvvetlidir” olmuş. William Ury’e göre, yıkımı tetikleyen teknolojik dehamızla, birlikte varolmayı hedefleyen sosyal zekamız arasında mutlaka bir orta-yol bulmalıyız. Bir Afrika atasözüne göre, “eğer örümcek ağları birleşebilselerdi, bir aslanı durdurabilirlerdi.

Özet ve yorumlar

Ender Şenkaya

Temmuz 2017