Gün gelir tahminlerinin ne kadarının gerçekleştiğini sorgularım diye sakladığım makalelerden biri olan ‘Yapay Zeka Yakın Gelecekte En Seçkin Danışmanların Yerini Alabilir’e (HBR-2017, Barry Libert ve Megan Beck) (1) değinmenin vakti gelmiş gözüküyor.
Yazarlar, 2017 yılı itibarı ile, Amazon’un Alexa’sı müzik çalmak ve şakalar yapmak dışında UBS gibi bir bankanın müşterileri için finansal danışmanlık hizmeti de vermeye başlamasıyla tetiklenen süreci yorumlayarak başlıyorlar makalelerine. O günlerdeki WSJ’inin bir haberine göre, Alexa, UBS’in yatırım danışmanlığı ofisininin sağladığı bilgilere bağlı kalarak, müşterilerin finansal sorularını cevaplayabiliyordu ve kısa süre sonra da hisse alış-satış işlemlerini gerçekleştirebileceği tahmin ediliyordu.
Aslında, hisse alım-satım işlemlerinde robotların kullanılması zaten son on yıldır deneyimlenen bir olgu. Dünyadaki önemli Hedge-Fon’ların da hemen hepsi milisaniyeler bazında otomatik alım-satım yapan robotlar kullandıkları malum. Aslında Hedge-Fon yatırımcılarının çoğu da kararlarını kimin robotu daha iyi çalışıyorsa ona göre vermeye çalışıyorlar, tabii kendilerine sunulan verilerin şeffaflığı ve güvenilirliği mertebesinde. Veri tutarlılığı ve güvenilirliği meselesine, bir önceki yazımızda (Doğru Veriye Nasıl Ulaşmalı?) kısmen değinmiştik. Yazarların burada odaklandıkları nokta, bu ‘robotlaşma’nın tekil yatırımcılara yaygınlaşmasının mümkün olabileceği konusu idi. Tabii burada temel bir öncül varsayım sorunu vardı; hisse senedi yatırım piyasaları bir miktar gerçek firma performansları ile daha çok yatırımcı beklentileri arasında bir noktada belirlenir; yani ‘fiyat’ı aslen belirleyen unsur algılara dayalı beklentilerdir. Bu hali ile ‘Oyun Teorisi’nin konusuna girer. Tüm alım-satımların makinelerle yapıldığı bir ortamda ise artık yepyeni bir tür ‘psiko-sosyal’ olmayan davranış modeli söz konusudur. Örneğin temel geçim araçlarının fiyatlamasının insana göre değil, robotlara göre yapıldığı bir ortamı hayal etmek gerekir. Yatırım piyasaları ise birileri kazanırken diğerlerinin kaybetmesine dayalı olarak şekillenir. Bir müddet sonra kusursuzlaşacak alım-satım araçları ile kaybeden olmayacağından kazanan da kalmayacaktır. Böyle bir gelişme -sınırlandırma getirilmediği takdirde- ancak bu sanal hisse senedi / yatırım sistemlerinin çökmesine neden olabilir.
1980’lerde ilk kişisel bilgisayarların hayatımıza girmeye başladığı dönemlerde, makinelerin satrancın büyük ustalarını hiçbir zaman yenemeyeceklerini iddia eden pek çok makale hatırlıyorum. Hatta Deep Blue, ilk kez 1997 yılında büyük usta Gary Kasparov’u yendiğinde, Ruslar makinenin arkasında bir Amerikan satranç takımının oynatılıp hile yapıldığını bile iddia etmişlerdi. 2000’lere geldiğimizde bilgisayarların büyük ustaları yenmeleri sıradan olay haline geldi. Peki 2000’ler sonrası kaç büyük ustayı hatırlarız? Evet, bilgisayarlar bir zafer kazanmışlardı, ama zaferin amacı kalmış mıydı? Bugünün en gelişmiş bilgisayarlarını birbirlerine karşı satranç oynattığınızda, nadiren beyaz taşların kazandığı ama limit durumunda beraberliklerin öne çıktığı sonuçlardan başka ne elde edebiliriz? Ya da insanlararası turnuvaları kazanan büyük ustaların saygınlığı ve önemi ne kadar olabilir?
Makalemize dönersek HBR yazarları, 'YZ sistemlerindeki gelişmelerin herkes için fayda sağlayabilecek yönde ilerlemesi ümidini taşırlarken, insanların türlü kavramsal önyargılara duyarlı olduklarının' da altını çiziyorlar, zaten. Ama herkesin kazandığı bir yatırım piyasası ancak ‘ütopya’da mümkün olsa gerektir.
Yatırım piyasalarından dışında, YZ’nin üretim ve hizmet sektörlerine etkisini de değerlendiren yazarlar, ‘her gün, müşteri, çalışan, ortak ve yatırımcı olarak hakkımızda pek çok karar almakta olan kurumsal liderlerin kararlarını nasıl etkileyeceğini gözlemenin ilginç olacağını’ ifade etmekteler. Böyle bir gözlem yapabilmeleri için öngörülebilir gelecekte bu beyaz yaka pozisyonlarında insanların kaldığını varsaydıklarını düşünmek durumundayız. Peki, insan kaynakları, bütçeleme, pazarlama, sermayenin kanalize edilmesi ve kurumsal stratejilerin oluşturulması gibi konularda bile kullanım olanağı bulabilen bir YZ varken, ve ‘2017 yılı itibari ile ABD’de bu kapsamdaki kurumsal danışmanlık hizmetlerinin pazar büyüklüğü 60 milyar dolar’a ulaşmış olan (yazarlara göre) insan tabanlı danışmanlık şirketlerinin’ durumunu sorgulamak doğal olsa da eksik olduğu açıktır. Maalesef, bu yaklaşım sadece ‘insan maliyetini’ işin odağına yerleştirmektedir. Özellikle, ‘veriyi toplama, ayıklama, işleme ve yorumlama üzerine başarılı hizmetler verebilen danışmanlarla, bir bilgisayarda işlenen YZ algoritmasının maliyeti’ kıyaslandığında. Yazarlara göre, bugünün ‘büyük veri’ dünyasında, o kadar karmaşık olayların örüntülerini yakalayıp bunlardan kurallar geliştirebilecek makine-öğrenme yöntemleri en parlak danışmanlık şirketlerinin önüne geçebilecek ve:
- Hey Alexa! Üretim bandı karlılığım nedir?
- Hangi müşteri segmentlerine, nasıl yönelmeliyim?
gibi soruları cevaplamak için karşınızda bir insan görmenize gerek kalmayacak bir süre sonra.
Ve yine yazarlara göre -eğer kalırsa- ‘insan sermayesi ile ilgili her zaman politik olduğundan kuşku duyulan performans, terfi, zam, telafi ödenekleri gibi konular da YZ sayesinde daha tutarlı hale getirilebilir’. O zaman Alexa’ya sorulacak sorular da çeşitlenebilir haliyle:
- Alexa! Kurumumuzda cinsiyetçi ücret politikası uygulanıyor mu ?
Ya da
- Alexa! Pazarlama bütçemi nasıl harcayayım?
Makaleye göre bu gelişmeler, pek çok iş tanımını değiştirirken -yok ederken dememek için olsa gerek- ‘özellikle danışmanların, avukatların ve muhasebecilerin rollerinin analizden çok muhakeme etmeye doğru evrileceği’ öngörülüyor. Danışmanlık şirketleri insan kaynaklı olsa da, uzun süredir insan tabanlı olmaktan zaten uzaklaşmaya başlamışlardı. Bu halleri ile sermaye sahibi ve çalışanlar arasında bir tür ‘yabancılaşma’ mekanizması gibi işlev görüyor, kararların çoğunu saha çalışması olmadan sadece masa başı analizleri ile almaya ve işverenlerin günah keçisi olmaya devam ediyorlar. Bu durumu Maren Ade, çok ödüllü filmi Toni Erdmann’da (2016) uzun uzadıya hicvetmişti. Bugünleri görmüş olsa gerek, Toni, insan odağını kaybetmiş danışman kızı Ines’e ‘insan mısın sen?’ diye soracak kadar ileri gitmişti (sinema meraklıları için bu film hakkında daha geniş bir yazı: Toni Erdmann). Danışmanlık hizmeti sağlayıcıları, bu makineleşmiş döngüden kurtulmadıkları takdirde, aynı soruya onların yerine ‘hayır, makineyim’ cevabı verecek yeni nesil danışmanlar ile karşılaşacağımız günler çok uzakta olmasa gerek.
Kapitalizm özü itibari ile sermayedarın, çalışanın kendisine adadığı saatlerden bir üretim artığı yaratmasını hedefleyen bir sistemdir. Bu üretim artığının mübadele değeri olması kar etmenin esasıdır. Yavaş yavaş tüm üretim süreçleri makineleşip insan unsuru en aza indirilerek verim arttırıldıkça, fiyatlar düşecek olsa da, ortada satın alma gücüne sahip bir ‘pazar’ kalmadığında, ‘artık-üretim’in mübadele değeri de sıfıra yaklaşırken, tüm sistemin amacı ortadan kalkacaktır. Makalede adı geçen, üretim süreçleri mükemmelleştirilmiş Harley Davidson’ları da herhalde Boston Dynamics’in robotları satın alıp kullanacak o zaman. Belki, o gün geldiğinde bu yazının da ismini şöyle değiştirmek uygun olacak: ‘Yapay Zeka Kapitalizmin Sonunu mu Getirecek?’
Yapay Zeka’nın önümüze sonuçları önceden hesaplanamaz (belki sadece YZ tarafından hesaplanabilir) bir gelecek hazırladığı ortada. Geleceğin kavramları, değerleri ve tanımlamaları da tarihte karşılaştıklarımızdan ve bugünkülerden çok farklı olacak. Henüz belirlenmemiş kavram, değer ve terimler kullanarak geleceği tartışmak da şimdilik nafile bir çaba olarak gözüküyor.
- Hey Alexa! Koltuğumu nasıl koruyacağım?
Ender Şenkaya
Ocak 2021